Tarih 18 Eylül 1922. Yer: İzmir İzmir’in tarih boyunca gördüğü en büyük yangın felaketi sona ermiş gibiydi. Yine de yıkıntılar arasında titrek titrek hortlayan dumanlar şehrin görüntüsünü bulandırıyor, bu da yaşananların gerçek değil bir kabus olduğunu düşündürüyordu. Yangın ve yağmanın ardından on binlerce insan enkaz olarak kara tarafından kıyıya vurmuştu. Evsiz barksız kalmış kadınlar, çocuklar ve bebekler rıhtıma birikmiş, gözlerini ayırmadan denize bakarak kurtarıcı gemileri bekliyorlardı. Kıyıda biriken İzmir’in eski Rum halkı bir günde vatanlarında mülteci konumuna düşmüşlerdi ve onlara doğdukları şehri terk etmeleri için 1 Ekim’e kadar süre verilmişti. Bu tarihe kadar şehri terk edemeyenler ordunun gözetiminde Anadolu içlerine sürülecekti. Bu sürgünün vahşi efendilerin emrinde kısa süren bir köleliğin ardından gizemli bir ölüm olacağını hepsi biliyordu. Rıhtıma ulaşabilenler göz altında güvenli bir yer bulduktan sonra yerlerini başkasına kaptırmamak için asla kımıldamıyorlardı. Tuvalet dahil hiçbir amaç için arkalarındaki yıkıntıların arasına girmiyorlardı. Çünkü oraya giren yağmacıların saldırısına uğrayıp hayatını kaybedebilirdi. Savaş toplumun bütün kriterlerini alt üst etmişti. Rumlar arasında artık zengin, orta halli ve fakir yoktu. Herkes en altta eşitlenmişti.
Bir Amerikan sivil dayanışma örgütü olan YMCA çalışanı olarak İzmir’e gelen Asa Jennings, 45 yaşlarında, ufak tefek, yalnızca 1,50 m. boyunda bir Amerikalı idi. Oldukça çekingen ve silik bir karakteri vardı. Taktığı büyük gözlüklerin altındaki olağanüstü geniş ağzı, güldüğü zaman bir kurbağaya benzemesini sağlıyordu. İzmir’e eşi ve iki çocuğuyla birlikte savaştan zarar gören çocuklara yardım etmek için gelmişti.
Jennings, ilk olarak rıhtımın kuzeyinde boşaltılan iki eve el koydu ve evlerin selametini sağlamak için derhal Amerikan bayrakları çekti. Evlerden birini acil doğumevine dönüştürmüş, diğerini ise bir aş evi haline getirmişti.
Jennings’in açtığı bu evlere binlerce hamile ve çocuklu kadın hemen akın etti. Ancak Amerikan bayraklarını gören komutan Halsley Powell koştura koştura oraya geldi ve Jennings’e sağlam bir fırça çekti.
“Sen nasıl Amerikan kuvvetlerinin güvence altına almadığı bir yere bayrağımızı çekersin? Sen nasıl bayrağımızı korumasız bırakırsın? Bu sorumsuz hareketine son ver, bayrakları indir ve bu evleri derhal kapat!”
Jennings askerleri iyi tanıyordu. Bayrakları indirdi ama evler yardımlarına devam ettiler.
İki gün daha geçti. 20 Eylül sabahı Jennings, aniden hiçbir geminin gelmeyeceği gerçeği ile uyandı. Yanlış yolda idi. Burada kalıp insanlara yardım etmeye çalışmak beyhude bir çaba idi. Ne Amerika, ne de diğer itilaf güçleri yaşam ile ölüm arasında sıkışıp kalan bu zavallı insanları kurtarmak için parmaklarını dahi oynatmayacaklardı. Bu insanları kurtarmak için yapılacak tek bir şey vardı ve o da gemi bulmaktı. Körfezde birkaç gemi vardı. Amerikalı komutana gitmek vakit kaybı olurdu…
Bir şeyler yapmalı, bir şeyleri başlatmalı ve bir şeyler ummalıydı. Amerikan zırhlısından bir tayfadan, az bir para karşılığında kendisini körfezde şöyle bir gezdirmesini istedi. Onunla birlikte filikalardan birine atlayarak Fransız gemisi Pierre Loti’ye çıktı. Kaptana mültecileri alıp Midilli’ye taşıması karşılığında para teklif etti. Cebinde YMCA’nın gıda almak için verdiği yüklüce bir fon vardı. Fransız kaptan bunu asla yapamayacağını, çünkü bunun ülkesinin almış olduğu tarafsızlık ilkesi ile çelişeceğini söyledi.
Jennings, bu kez az ileride duran İtalyan kargo gemisine yöneldi. “Constantinopoli” adındaki geminin kaptanı tüccar zihniyetli kurnaz bir İtalyandı. Altı bin liret karşılığında bu işi yapabileceğini ancak öncelikle konsolosluktan izin alınması gerektiğini söyledi.
Jennings az sonra İtalya Konsolosunun karşısında idi ve ona öyle ikna edici bir şekilde yalvarmıştı ki, başta bu operasyona devlet memuru zihniyeti ile karşı olan konsolos sonradan insanlık utancı ile kabul etmek zorunda kalmıştı.
Şimdi sıra Türk yetkililerden izin almaya gelmişti.Onlara kendisini Amerikan yardım operasyonunun lideri olarak tanıttı. Yapmak istediğini asla titremeyen ve otoriter bir ses tonu ile anlattı. İkna olmuşlardı. Zaten Rum kadın ve çocukların 1 Ekim’e kadar gidebilecekleri konusunda yazılı emir vardı. Gemiye yüklenme işi bir sonraki sabah, 21 Eylül Perşembe günü başladı.
Kadın ve çocukların gemiye yüklenmesi Türk askerlerin sıkı gözetiminde yapılıyordu. Askerler kaçabilmek için kadın kılığına girebilecek erkekleri dikkatle arıyorlardı.
Yükleme Perşembe akşam üzeri bitti. Jennings, normalde İzmir’de kalacaktı ama içinden bir ses, İtalyan kaptana güvenmemesi gerektiğini söylüyordu. O bu sezgisine itaat etti ve gemi ile Midilli’ye gitmeye karar verdi.
Gemi demir alır almaz rıhtımda geçirdikleri korkunç günlerin acısının hala etkisinde olan mülteciler ona şükranlarını göstermek için etrafını çevirdiler. Panikli titremeler halinde, canlı bir ikona imişcesine onun, ellerini giysilerini ve hatta ayakkabılarını öpüyorlardı. Bu Jennings için çok fazlaydı, hemen kendisini kamarasına kapattı ve gemi Midilli limanına ulaşana kadar bir daha da çıkmadı.
Constantinopoli, akşam karanlığında Midilli limanına girdiğinde Jennings, dehşete kapıldı. Gözlerine inanamıyordu. Şehrin titrek ışıklarının siluet şekline soktuğu yirmi beş gemi sanki birer hayalettiler. Bu gerçek olamazdı. İzmir’de ölmemek için bekleyen insanlar varken bu gemiler burada boş yatıyorlardı. Şehre girer girmez, bu gemilerin Anadolu’da bozguna uğrayan Yunan Ordusunu Midilli’ye taşıyan gemiler olduğunu öğrendi. Şehrin ileri gelenleri arasında alelacele bir toplantı düzenledi. Midilli’deki en kıdemli subay General Frankos idi. General yenilgiye uğramış 6. Ordunun komutanıydı ve körfezdeki gemiler onun emrindeydi.
General Jennings’i dinledikten sonra sadece altı gemiyi lütfen kendisine verebileceğini söyledi. Ancak bunun için iki şartı olduğunu sözlerine ekledi. Öncelikle bu gemilerin Amerikalıların koruması altında olduğunu yazılı olarak görmek istiyordu. Bunun dışında da Türk yetkililerden de gemilerin Midilli’ye dönüşlerine izin vermeleri konusunda da güvence istiyordu.
Jennings, orada kendini tutamadı:
“Siz askerlerinizi bu gemilerle taşırken bu güvenceleriniz var mıydı ki şimdi bunları halkınızı taşımak için benden istiyorsunuz” dedi.
Kibirli Yunanlı general cevap vermeye bile tenezzül etmeden toplantıyı terk etti.
Jennings pes etmemişti. Yunan gemisi Kilkis’in kaptanıyla görüştü. Bu gemi daha önce Amerikan deniz kuvvetlerinde kullanılmış eski bir destroyerdi. Kaptan kalender biriydi ve Atina’daki yetkililer izin verirse kendisiyle gelebileceğini söylemişti. Hemen birlikte Atina’ya telgraf çekmeye karar verdiler. Telgraf aynen şöyleydi: “İnsanlık adına burada boş duran yirmi beş gemiyi hiç oyalanmadan İzmir’de açlıktan ölmek üzere olan Yunanlı mültecilere yardım için yollamamıza izin veriniz. Asa Jennings – Amerikan vatandaşı
Dakikalar sonra cevap geldi.
Kimdi bu Jennings: Hükümet bunu soruyordu. Jennings hemen kendisine bir sıfat uydurdu. O Midilli’deki Amerikan yardım komitesinin başkanı idi. Zaten bu adada ondan başka Amerikalı olmadığına göre söylediği de yalan değildi.
Hükümet toplanmış ama maalesef General Frankos’a benzer bir cevap vermişti. Güvence isteniyordu. Gemilerin güvencesi adına İzmir rıhtımında bekleyen insanların güvencesi yok sayılıyordu.
Jennings, artık önünde tek bir yol kaldığını anlamıştı. Edindikleri politikacı veya subay kimliği ile aslen insan olduklarını unutan bu insanları saklandıkları ayrıcalıklı konumdan çıkartarak teşhir etmek ile korkutmalıydı.
Jennings yeni telgrafında aynen şöyle yazdı:
“Bu akşam saat 6’ya kadar gemileri vermezseniz, size açık olarak şifre kullanmadan telgraf çekeceğim ve bu telgraf yakındaki her istasyon tarafından okunabilecek türden olacak. Bu mesajımda Türk yetkililerin izin verdiklerini, Amerikan Deniz kuvvetlerinin koruma verdiğini ama Yunan hükümetinin İzmir’de ölümü bekleyen soydaşlarının kurtarılması için izin vermediğini yazacağım.”
Blöfü kendisini de hayrete düşürecek kadar işe yaramıştı. Jennings bencil politikacının anlayacağı dili sonunda bulmuştu. Az sonra Midilli’deki tüm gemiler İzmir’deki mültecilerin kurtarılması için Asa Jennings’in komutasına verilmişti. Asa bir anda Yunan Ordusunun amirali olmuştu.
Ama önündeki engeller hala kalkmamıştı. Bu defa da gemi kaptanları su koyuyorlardı. İzmir’e gitmemek için gemilerindeki arızaları bahane etmeye başlamışlardı. Ama Jennings, birkaç korkak Yunanlı kaptanın kurtarma planını baltalamasına izin vermeyecekti. Bu kezde kaptanlara denize çıkmayacak durumda olan her gemiye bir gemi mühendisi yollayacağını ve gemiler sefer için uygun bulunursa kaptanların vatana ihanetle yargılanıp idama mahkum edilecekleri blöfünü salladı.
Bu blöf de tuttu. 23 Eylül 1922 Cumartesi gece yarısı körfezdeki gemilerin tümü denize çıkmaya hazır olduklarını bildirdi.
Jennings, kendisine amiral gemisi olarak Propondis’i seçmişti. Jennings bilmiyordu ancak “Propondis” Yunanca hakem demek idi ve kader Jennings’e Yunanlılar ile Türklerin arasında oynanan ölüm oyununun hakemi görevini vermişti.
Gece saat tam 12’de tüm gemiler hazırdı. Jennings tüm gemilere Amerikan bayrağı çekilmesi emrini verdi. Propondis’in köprüsüne geçti ve tam yol ileri emrini verdi.
Gemiler İzmir limanına girdiğinde gün ağarmak üzereydi. Gemiler sirenlerini çaldılar. Kıyıda uyumakta olan insan yığınında bazı kıpırtılar oldu. Uyananlar gördüklerine inanamıyor gözlerini ovuşturuyor ve hemen yakınındakileri uyandırıyorlardı. Uyanan panik halinde rıhtıma doğru hareketleniyordu. Jennings rıhtıma ayak bastığında yaşlı bir kadının en az iki metre yüksekliğindeki demir çitin üzerine sanki bir orangutan gibi tırmandığını gördü ve şöyle düşündü:
İnsanların daha fazla acı çekemeyecekleri bir nokta var. Burada bütün mantık ve duyular bitiyor ve inanç, yaşamda kalma dürtüsüyle birlikte tüm kontrolü ele geçiriyordu. Uygar yaşam koşullarında asla ortaya çıkmayan bu yönü ile tanışan her insan, insanlık üstü kaynaklardan beslenmeye başlıyordu.
Jennings, 15.000 mülteciyi gemilere doldurdu ve tekrar Midilli’ye doğru yola çıktı. Midilli’ye vardığında Jennings’in uyandırdığı hümanist duygularla hareket eden iki albayın “Kral”a ve vurdum duymaz “Yunan Hükümeti”ne karşı başı çektiği bir isyan başlamıştı bile. İsyan kısa zamanda başkent Atina’ya sıçradı.Hükümet devrildi. Yunan halkına ve İzmir’deki soydaşlarına karşı insanlık dışı bir kayıtsızlıkla suçlanan hükümet başkanı-başbakan Gunaris ile dört bakanı ve Anadolu’daki Yunan kuvvetlerinin başkomutanı Hacıanesti vatana ihanetle yargılandılar, suçlu bulundular ve 15 Kasım 1922’de kurşuna dizildiler.
Jennings, on beş bin mülteciyi Midilli’ye bıraktıktan sonra bu kez on yedi gemi daha alarak tekrar İzmir’e döndü. Bu kez de kırk üç bin mülteciyi gemilere doldurduktan sonra sertliğiyle ünlü Türk komutan sakallı Nurettin Paşa’nın karşısına dikildi ve ek süre istedi. Jennings başarmış ve artık bir kahraman olmuştu. Kahramanları herkes severdi. Nurettin Paşa ona fazla fazla yetecek sekiz gün ek süre verdi ve ayrıca Urla, Çeşme ve Ayvalık limanlarına girerek orada biriken Rum nüfusu taşımasına izin verdiğini de sözlerine ekledi. Paşa Mustafa Kemal’in politikası doğrultusunda o gün için Rum nüfustan kurtulmanın ülke çıkarları için doğru olduğuna inanıldığı için böyle yapmıştı. Jennings rıhtımda insan bırakmadı. Herkesi kurtardı. Bugün onun kurtardıklarının soyundan gelen yüz binlerden fazla insan yaşamda olabilmelerinin onun sayesinde olduğunun farkında bile değiller. Yaşam kutsal bir hediye ve ona ulaşabilen herkesin hakkı.
Peki ya milliyetçi ülke politikaları? Onlar geçici… Aradan sekiz yıl geçmeden kötü giden Türk ekonomisi ve 1929 dünya ekonomik buhranının da etkisiyle, ticareti iyi bilen Rumları göndermenin hata olduğunun farkına varıldı ve Mustafa Kemal’in çabaları ile 1930’da Türk-Yunan dostluk anlaşması gerçekleştirildi. Karşılıklı olarak vatandaşlarına serbest dolaşım, ikamet ve iş kurma hakkı tanıyan Aet benzeri bu anlaşmayı iki ülke dayanışmak için çekinmeden imzaladılar. Rumlar geri döndüler…
Hem sizi dinleyip hem yazıyı okumak imkansız, programın bitmesini beklemek lazım…
Bu yangının arkasında rumlar yönünden böyle sonuçlar olduğunu olduğunu bilmiyordum. Acının büyük ve insanlık dramı olduğunuda biliyordum ve fakat böyle bir kişinin yaptıkları bize hiç öğretilmedi ki….tşk
Ya bu küçük adam olmasaydı, çok acı şeyler yaşanacaktı belki de..tşkler yazı için